
Filmin çekimlerini tehlikeye atmadım
Uluslararası uyuşturucu trafiğini anlatan Osman Sınav'ın filmi, konusu kadar başroldeki oyuncusuyla da dikkat çekiyor. Almanya'da yaşayan Mehmet Kurtuluş, aksiyon sahnelerinin hepsinde dublörsüz kamera karşısına geçti: Kendimi onları yaparken görmek istedim. Ama filmi etkileyecek kadar hoyrat olmadım!.
Ünlü yapımcı Osman Sınav'ın, oğlunun okul çıkışı gittiği sokak midyecisinin uyuşturucu satıcısı olduğuna şahit olmasından sonra çektiği 'Pars-Kiraz Operasyonu' nisanda gösterime girecek. İstanbul, Malta ve Amsterdam'da çekilen, uluslararası uyuşturucu trafiğini konu alan film, oyuncusundan teknik ekibine kadar uluslararası bir nitelik taşıyor. Almanya'nın en ünlü oyuncuları arasında kabul edilen Mehmet Kurtuluş da filmin başrol oyuncusu. Film için bir ay narkotik polisinden eğitim alan ve yakın dövüş sporlarını öğrenen Kurtuluş, aksiyon filminin bütün tehlikeli sahnelerinde dublörsüz oynadı. Türkiye'de film çekmenin Almanya'ya göre daha keyifli olduğunu anlatan Kurtuluş, Avrupalı birçok ünlü yönetmenden teklif üstüne teklif alıyor.
* Almanya'da film çeken ve orada ünlü bir oyuncusunuz. Bu filme başlamanız nasıl oldu?
Ben oyunculuğa 1998'de Almanya'da, Fatih Akın'ın 'Kısa ve Acısız' filmiyle başladım. Türkiye'de de 'Abdülhamit Düşerken' filminde rol aldım, ardından da kısa süren bir dizide oynadım. 'Pars' aslında ilk film çalışmam çünkü diğerlerinde kendi sesimi kullanmamıştım... Bu işin gerçekte büyük rolü, küçük rolü yok. Ufak rollerde de tatlandırma amaçlı oynamak güzel oluyor.
SINAV'LA BEŞ YIL ÖNCE KONUŞTUK
* Osman Sınav ile ne zaman tanıştınız, buluşmanız nasıl gerçekleşti?
Beş yıl önce tanıştık. İstanbul'a geldiğimde bir arkadaşımla buluşacaktık, onun da Osman Sınav ile randevusu varmış o gün. 'Sen de gel tanıştırayım' dedi. Ben ayıp olur diye düşündüm. 'Avrupalı gibi düşünme' burada dedi. Sınav o zaman Avrupa'da uluslararası uyuşturucu trafiğini işleyen bir film yapacağını söylemişti. Sonra geçen yaz aniden aradı, "Yaptıklarını takip ediyorum, filme başlıyorum" dedi ve senaryoyu gönderdi.
* Film için özel bir hazırlık yaptınız mı?
Bu film öncesinde dövüş sahneleri için hayli çalıştım. Aksiyon filmi olduğundan, fiziksel olarak güçlü olmak gerekiyor. Ben bu film için 90 gün sette çalıştım. Bu, bir oyuncu için uzun bir zaman. Kung-fu, bacak-kol teknikleri ile ilgili dersler aldım. Her gün sette, bir maraton koşucusu gibi zinde olmalıydım. Çünkü benim moralim düşerse, setin morali düşer; böyle bir sorumluluk var. Narkotik polisi rolüm için de başkomiser Zafer Ercan ile çalıştım. Zafer Abi'nin bana büyük desteği oldu. Gerekli izinler verildi. Narkotiğin operasyon şekillerini inceledim. Bir narkotik ekibinin çalışma sisteminin tümünü gördüm. Bunun için de bir aylık eğitim aldım.
* Pek çok sahnede dublör kullanmamışsınız. Cesaretinizi mi sınadınız yoksa yönetmenin gözüne giremeye mi çalıştınız?
Hiçbiri değil. Bu bir aksiyon filmiydi ve pek çok atlama sahnesi vardı. Kendim yapmak istedim. Kendimi orada görmek istedim. Ama bu değildir ki, filmin gidişatını ya da çekimleri tehlikeye atacak kadar hoyrat davrandım. Yapabileceğim şeyleri güvenlik önlemleri altında yaptım.
ŞÖHRETLE İŞİM OLMAZ!
* Peki Osman Sınav nasıl bir yönetmen?
Çok titiz ve aynı zamanda rahat. Onun setinde çalışmak bütün işi sahiplenmek demek. Her şeyden önce bağırıp çağıran bir adam değil. Bu çok önemli. Zaten işin yükünün farkındayız. Sorumluluğun farkındayız. Çalışılması keyifli. İlk defa birlikte çalıştık ve uyum gerçekleşti.
* Osman Sınav'ın star yaratma özelliği var. Almanya'da starsınız ama bu filmden sonra Türkiye'de de tanınacaksınız. Hazır mısınız burada şöhret olmaya?
Şöhretle fazla işim olmaz. Benim amacım sinema ve güzel filmler yapmak. Şöhret bununla gelirse reddetmiyorum. Muhtemelen filmden sonra teklifler, davetler gelecektir. Ama ben aynı hayatımı devam ettireceğim. Şimdiye kadar bunu başardım ve Türkiye'de de bunu başarırım.
* Almanya'da oyunculuğa nasıl başladınız?
Uşak'ta doğdum. 2 yaşında Almanya'ya gittik. Babam öğretmendi. Liseyi bitirdiğimde elime bir meslek almamı, dönersek yapabilecek bir işim olmasını istediler. Sanatçılık Almanya'da 'ekmeksiz' mesleklerden sayılır. Bir Türk'ün oyuncu olmak istiyorum demesi olaydı çünkü alacağı roller kısıtlıydı!
ARTIK TALEP EDİLİYORUM
* Türk oyuncuları oynatmıyorlar mıydı?
Türk oyuncuları sadece Türk rolü için düşünüyorlardı. Ben bunu 95'te yaşadım. Prodüksiyon bürosuna gidiyorum, görevli bakıyor, 'Türk rolü yok' diye gönderiyor. Ben o zaman taksici, postacı, küçük bir rol olsun razıydım. Türk olduğumuz için o küçük rolleri bile oynatmıyorlardı. 98'de Fatih Akın'la 'Kısa ve Acısız'da piyasaya çıktık. Türk bir yönetmenin ilk kez bir Türk başrol oyuncusuyla Almanca olarak Almanya'da sinemalarda gösterilmesi dönüm noktası oldu.
* Artık eskisi gibi sıkıntınız kalmadı yani...
Bu film Alman Sineması'nda Türkler için kilometre taşı oldu. Şansım döndü. Bir Vietnam filminde oynadım; yarı Vietnamlı, yarı Amerikalı birini. 'Tünel' adlı filmde başrol oynadım. Burada yarı İtalyan, yarı Amerikalı'yı oynadım. Başka bir filmde Alman'ı oynadım. Yani artık ilk dönemlerimde yaşadığım sıkıntı yok, her tür rolü oynuyorum. Mesela Al Pacino'nun ya da Robert de Niro'nun İtalyan kökenli olduğu kimsenin umrunda değil. Aynısı Almanya'da da gelişmeye başladı. Ve şimdi artık ben talep ediliyorum!
* Galiba Almanya'daki genç Türkler oyunculuğa çok ilgili, son zamanlarda tek tek isimlerini duyurmaya başladılar!
Bizden öncekilerde var olan, 'bir gün Almanya'da işler bozulur döneriz' düşüncesi bizim kuşakla değişti. Benim gibi ikinci kuşaklar cesaret gösterdi. Sanat yapmak isteyenler çıktı, ödüller kazandı. Şimdi oyunculuk eğitimi alan üçüncü nesil Tükler geliyor. Yani 'Fatih Akın ve Ayşe Polat film yapıyor, Mehmet Kurtuluş oynuyor' diye örnek alıyorlar bizi. Film piyasasında yönetmen, senarist çok başarılı Türk var artık.
'Duvara Karşı' Türk değil, Alman filmidir
* 'Duvara Karşı'da bir barmen rolünüz vardı ama bu kötü adam tipiyle bir hayli düşman kazandınız...
Evet oynadığım hayli kötü bir adamdı. Arkadaşlarım ve komşularım bozuldu hatta bana. Ama işin tadı o! Ufak da, büyük de olsa filme bir katkıda bulunmak lazım ve beyazperdede görünmeli. Ben 'Duvara Karşı'nın co-prodüktörüydüm. Fatih, "Seni kamera önünde de görmeliyim" dedi ve ufak bir rolde anlaştık.
* Almanlar 'Duvara Karşı'yı Türk mü yoksa Alman filmi olarak mı görüyor?
Alman filmi olarak görülüyor. İyi bir şey olunca, biz orada Almanız! Almanya'da bir arıza çıktığında, 'Ha bi dakka bunlar Türk değil miydi!' oluyor. Maalesef böyle. Bunu hazmetmeleri lazım. Çünkü onlar kendilerini karışık bir toplum olarak görmüyor. Ama 'Duvara Karşı' benim için de Alman filmi. Hikaye oraya ve orada yaşayan Türkler'e ait. Buraya değil yani. Yoksa parası Alman Film Fonu'ndan geldiği için bunu demiyorum
Hollywood demek beklemek demek
* Türkiye ile Almanya'da film çekme arasında ne gibi farklar var?
Türkiye'de organizasyon konusunda ve disiplinle ilgili ciddi eksiklik ve boşluk var. Mesela Türkiye'de kola istiyorsun, akşam geliyor. Almanya'da kola istiyorsun, anında geliyor ama tadı yok! Almanya'da akşam altıdan sonra herkes dağılır. Aşırı organizasyon ve disiplinin duygusal kayıpları oluyor tabii. Burada daha sıcak, 'abi lütfen' diyorsun, işin bir şekilde oluyor.
* İki kültürü de tanımak oyunculuk için avantaj değil mi
Avantaj. Anarşist ve disiplinli yapı beni besliyor. Oradaki sinemacılar; orada özlediklerini burada buluyor, burada bulamadıklarına da bildiklerini eklemeye çalışıyorlar. Ben Türkiye'de film yapmaktan daha çok zevk alıyorum. Burada emeğe saygı biraz daha gelişirse daha iyi işler çıkacaktır.
* "Burada biz varken Almanya'dan gelip başrolleri kapıyorlar" diyen Türkiyeli oyuncular çıktı mı karşınıza?
Bana böyle diyen çıkmadı. Öyle düşünen varsa, şunu söylemek lazım: "Niye sen kendi işinden korkuyorsun?" Ben burada pozitif karşılanıyorum. İş bana nasipmiş.
* Avrupa'da özellikle Almanya'da aranan bir oyuncusunuz. Hollywood'da şansınız var mı sizce?
Bu sıralar Hollywood'da bizim gibi Ortadoğulu oyunculara talep var. 11 Eylül sonrası yapımcılar bu bölgeye eğildi. Hollywood'da iş alabilmek için en az iki yıl orada yaşamanız gerek. Hollywood demek, beklemek demek çünkü piyasa çok hızlı, zaman tanımıyorlar. Sabah arayıp, senaryoyu yolluyor, öğleden sonra görüşmeye bekliyorlar. Orada bir evim var ama şu an Avrupa'da çok güzel bir dönemdeyim.
Röportaj: Hande ÖNGÖREN FOTOĞRAFLAR: Boğaç DALKIRAN, Semih KANMAZ
Mehmet Kurtuluş, star kavramına karşı çıkıyor ve "Kendimi star gibi görmüyorum; çünkü onun raconu var" diyor.
Alamancı bir ailenin çocuğu olarak oyuncu olmaya nasıl karar verdiniz?
- 15 yaşındayken okuldaki tiyatro grubuna katıldım. Ve 16 yaşında ilk defa oyunculuğun meslek olduğunu televizyondan keşfettim.
n Üniversiteye gitmekten niye vazgeçtiniz?
- Berlin Film Televizyon Yüksekokulu’na tek bir gün gittim. Bir film seyrettik, sonra hoca sınıfa döndü ve dedi ki, "Şimdi ’filmin özetini çıkaracağız". Ya "filmin özeti" beni ne ilgilendirir? "Ben ’filmin özetini çıkarmaya gelmedim. Ben film yapmak istiyorum" diye çıktım sınıftan. Dedim ki "Okey, bu benim için değil, film nerede yapılıyorsa benim oraya gitmem lazım."
n Okuldan ayrıldığınıza pişman olmadınız herhalde.
- Yok, fazla değil. Ondan sonra bana Hamburg nasip oldu. Bir televizyon filminde ikinci yönetmen yardımcılığı yapıyordum. Aynı zamanda çok ünlü bir kadın başrol oyuncusunun yanında küçük bir rolüm vardı. Üç ay sonra bir tiyatro yönetmeni Berlin’den telefon edip beni Hamburg’daki bir tiyatro piyesinde görmek istediklerini söyledi. Meğer üç ay önce yanında bir sahne oynadığım başrol oyuncusu Evelyn, Hamann beni istemiş. O, benim profesyonel hayatımın başlangıcıydı. 11 Ocak 1994. İlk prova günümüzde Hamann gerçekten ne yapmak istediğimi sordu. Ben de dedim ki, "Oyunculuk yapmak istiyorum. Oyunculuğu öğrenmek istiyorum. Ama okuluna gitmek istemiyorum. Oraya giden arkadaşlarım kötü şeyler anlattı."
n Nasıl kötü şeyler?
- Almanya’daki oyunculuk okullarının iki dezavantajı var. Birincisi seni önce eziyorlar genç yaşta. Kim olduğuna, karakterine, avantajlarına-dezavantajlarına bakmıyorlar. Sonra da okul damgası vuruyorlar ve farklı ekolden olanlar birbirlerini aşağılıyor gibi bir durum oluşuyor. Hamann, kendi hocası Frau Anne Marks Rocke’nin benim de hocam olmasını istedi. Böylece piyesle beraber oyunculuk eğitimine de başladım. Bu iki yıl benim için milli piyango gibi bir şeydi. Kadın yılların oyunculuk tecrübesini benim önüme açtı.
SAKIN ANNEME SÖYLEME
n Sizi Fatih Akın’la tanıdık. Ancak yeni filminiz "Pars: Kiraz Operasyonu"nda bu kez politik duruşlu bir yönetmen olan Osman Sınav’la çalıştınız.
- Türkiye’deki iç konularda fazla bulunamıyorum. TV de seyretmiyorum. Onun için "Kurtlar Vadisi" ya da "Deli Yürek" konularında çok zayıfım. Ben Osman Abi’yi dört sene önce tanıdım. Çok kısa bir görüşmemiz oldu. Sonraki süre hiç kontağımız olmadı. Bu yaz telefon etti, "Mehmet, dört-beş yıl önce, üç cümleyle sana uluslararası uyuşturucu trafiğini anlatmak istediğim bir film projesi üzerinden konuşmuştum. Hatırlıyor musun?" dedi. Çok iyi hatırladığımı söyleyince de, ne düşündüğümü öğrenmek için "Pars"ın senaryosunu göndermek istediğini söyledi. İlişkimiz böyle doğdu. Onun dışında bağımsızım. Ben sanatçı olarak bir senaryo alıyorum ve onu kendim için yorumluyorum. Konu ve senaryo kafama yatarsa, görüşüme uyarsa kabul ediyorum. Bu "Pars"ta da böyle. Uluslararası uyuşturucu trafiğinde İstanbul ve Rotterdam’ın Avrupa kapısı olduğunu ben de biliyorum. Konunun İstanbul’da bir narkotik başkomiserle anlatılması hoşuma gitti.
n "Pars" için de polemikler olabilir, diye bilmek istedim yaklaşımınızı.
- Bu konularla ilgili her türlü soruyu sorabilirsiniz çünkü onu ben de temsil ediyorum. Ama konuyu başka bir seviyeye getirmek istiyorum, saklı bir şeyi ben de sevmem. Onun için Osman Sınav’ın böyle bir cüretkárlığı varsa, aslında konuşulmayan ya da saklı tutulan konuları açığa çıkarıyorsa, o zaman tebrik ediyorum. Maalesef Türk toplumunun, belki de bu oryantal toplumların genel durumudur bilmiyorum, "Sakın anneme söyleme" gibi bir durumu var. Ya niye? Çünkü ben şu an sizin karşınızda da nasılsam, babamın karşısında aynıyım. Bir açıklık, bir de rahatlık istiyorum ben. Bunun için saklı şeyler beni rahatsız ediyor. İster aile politiği olsun, ister toplum politiği. Birbirimize ne kadar açık olursak; birbirimizi o kadar iyi tanır, o kadar iyi anlarız. Yoksa hayat değil bu. Hepimizin korkuları var. Açık yaşayalım ki, rahat olalım.
n Peki, filmlerinize gelelim. Oynadığınız hangi karakter sizi çok etkiledi?
- Hepsi. Çünkü çok az film yapıyorum ve seçerken çok titizleniyorum. Şimdi belki kariyerim başka bir yerde olabilirdi. "Konuya ben de bir yerinden gireyim" diye işe girmiyorum. Benim için bir film şu kadar ay iş değil; dört ay İstanbul, üç ay Afrika demek. Beni etkileyecek; insanlarla konuşup yeni şeyler öğreneceğim. Bunlar beni tatmin edecekse "evet". Bunlar en iyileri değil, hepsi. n Röportaj: Hande ÖNGÖREN
Ekstrem bir insanım
- İş dışında hobileriniz neler?
Yaşamın ta kendisi. İnsanlarla beraber olmak. Bir bakıma bu mesleği insanları çok sevdiğim için yapıyorum. Bunun dışında Uzakdoğu dövüşlerini çok seviyorum. Kung-fu yaptım. Dalgıçlık yapıyorum. "Pars"ta yarış motoru sürmeyi çok sevdim. Ama korkunç bir alet. Belki bir yarış motoru olabilir.
- Bize kendinizi, kendi kelimelerinizle anlatır mısınız?
Ekstrem bir insanım galiba. Misal bütün gün sabahtan akşama kadar burada oturup camdan bakabilirim. Böyle sessiz ve hiç sıkılmadan anlarım var ve şu an yaşadığım haftayı da keyifli geçirebilirim. Bazen her gün başka bir şehir, başka bir ülke gibi bir durum oluyor ve ben ikisini de seviyorum. Bir gazeteci benim hakkımda şöyle yazmıştı: "Çok yumuşaktan çok serte geçişini mucize gibi gerçekleştiren bir oyuncu". Filmlerimde beni maço görenler, bir de evde pijamayla görse...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder